71 aktive Mitglieder
               
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:41 @asri Nr.: 21 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
o ak kesinlikle muhakkak öyle
fakat ILAHI asktan sonraki ask budur
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:43 @sign Nr.: 22 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
tesekkürler ve ayni dilekleri sizin icinde diliyorum
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:46 @asos Nr.: 23 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
Atatürk'ün Erzurum Kongresi'nden ölümüne kadar hep yanında ve
hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin aracılığıyla 5 bin
lira gönderip, Yunanlılar'ın işgal sırasında yakıp yıktıkları ve
imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek
camisini yeniden yaptırdı.


0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:49 @asri Nr.: 24 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
mersi
ama das brauche ich nicht hier zu erwähnen dachte ich mir
weil es
Selbstverständnis   ist
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:52 @asri Nr.: 25 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
leider
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:54 @asos Nr.: 26 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

Bir İngilizin.

"Siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna

Atatürk şu yanıtı vermiştir:


-Anasının ve babasının asilliği ile iftihar eden.

Teodoz, İtalya
Yarımadası'na inmek isteyen Türk Attila'ya barış görüşmesinden önce
sormuş: "Siz hangi asil ailedensiniz?"

Attila da ona cevap vermiş: "Ben
asil bir milletin evladıyım!" İşte benim cevabım da size budur


0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 14:58 @asos Nr.: 27 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı süresince hiçbir zaman yurtdışına
çıkmadığını ve tüm dünya liderlerinin onu görmeye geldiğini biliyor
muydunuz?


0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:09 @jetmemo Nr.: 28 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
bilen cok fakat bilmemezlik islerine geliyor kanimca
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:11 @asos Nr.: 29 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
ATATÜRK DİYOR Kİ: "O Camileri Bir An Önce Tamir Edip Koruyun"


Atatürk'ün ihtiyaç olduğunda cami yaptırdığı gerçeği bu toplumdan
bilinçli olarak saklanmıştır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde Atatürk
döneminde yaptırılan tamir ettirilen yüzlerce caminin belgesi
vardır.Atatürk ayrıca özellikle tarihi camilerin ve türbelerin
korunmasına büyük önem vermiştir.
Örneğin Atatürk, 1931 yılındaki Konya gezisinde Selçuklu döneminden kalan Alaaddin Camii’nin ve ek yapılarının orduya
tahsis edildiğini görünce bu durumdan çok rahatsız olmuş, Başvekil
İsmet İnönü’ye çektiği bir telgrafla derhal caminin ve ek yapılarının
boşaltılıp restorasyonunun yapılmasını istemiştir.

İşte o telgraftan bir bölüm:
“Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine,
1. (...) Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri ve eski sanat ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim (…

2. Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabi
içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetlerinin
hakiki mimari şaheserleri sayılacak kıymette bazı mebani vardır.
Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alaaddin Camii, Sahip Ata Medrese,
cami ve türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minareli Cami derhal ve
müstecelen tamire muhtaç haldedir. Bu tamirin gecikmesi, bu abidelerin
kamilen indriasını mucip olacağından, evvela asker işgalinde
bulunanların tahliyesinin ve kaffesinin mütehassıs zevat nazaretile
tamiri temin buyrulmasını rica ederim. Gazi Mustafa Kemal.” (Atatürk’ün,
Başbakan İsmet Paşa’ya gönderdiği 22 Mart 1931 tarihli telgraf.)


0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:22 @asos Nr.: 30 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
Görkemli
tarihimizin koruyucusu olduğu kadar Dinimizin, Birliğimizin,
Cumhuriyetimizin de Vazgeçilmez Mülkü MUSTAFA KEMAL ATATÜRK heart ifade simgesi Sonsuza dek Sonsuz Onur ve Gurur Abidemiz.


İbadet
etmek için ayasofyayi bahane edenler var ibatedin yeri saati olurmu
evinde bağda bahçede tarlada temiz olan her yerde ibadet yapılabilir.


ezan sesi hic dinmediyse bunu kime borçlu olduğumuzu bilmeli.


0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:29 @asos Nr.: 31 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

" İstanbul'u kim fethetti..?
Cevap: Fatih fethetti.
Mısır'ı kim fethetti..?
Cevap: Yavuz fethetti.
Mohaç Savaşı'nı kim kazandı..?
Cevap: Kanuni kazandı.
Bağdat'ı kim fethetti...?
Cevap: IV. Murat fethetti.
Kurtuluş Savaşı'nı kim kazandı..?
Cevap: Şanlı askerlerimiz kazandı tabi ki,Atatürk tek başına mı kazandı..!!! ?

Ben de diyorum ki; Fatih İstanbul'u, Kanuni Mohaçı, Yavuz Mısır'ı, IV.
Murat Bağdat'ı fethederken Osmanlı Ordusu uzun eşek mi oynuyordu...? !!!

Bu yazı Ecdat'ın birini sahiplenip,diğerini reddedenlere yöneliktir.!

0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:50 @asos Nr.: 32 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

KAHRAMAN TÜRK KADINI

17 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal
İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için
sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile
selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.

Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"

Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının
Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş olduğunu
fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu
güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle
seslendi:
—“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."



0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:56 @asos Nr.: 33 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

ATATÜRK ve HALİL AĞA'NIN MÜTHİŞ ÖYKÜSÜ

Yüce önder Atatürk
Cumhuriyet’i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü.Yeni
yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder
olmuştu.
Bir gün canı iyice sıkılmıştı.Nuri Conker’i yanına çağırarak:
“Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten..”
Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak,büyük bir haksızlık olacaktı.
“Tamam ,sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım..”

Atatürk ve Nuri Conker,birinin hazırladığı,ötekinin uyguladığı plan
sonunda Florya Köşkü’nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten
kaçtılar.Altlarında ,Nuri Conker’in bir arkadaşının arabası vardı.Eylül
sonu akşamı sonbaharın tadını çıkartarak,Çekmece’ye doğru gidiyorlardı.


Birden Atatürk’ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye
takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış,
toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir
yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa
yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.
İndiler. Köylüye seslendi:
"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
"Kolay gelsin"
"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?"

Köylü isteksiz konuştu:

"Tanrı’nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı
bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"
"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."
"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin…"

Köylü güldü:
"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.
"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.
"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini… Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk’ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.

Kestirip attı:
"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:
"Adın ne senin Ağa?"

"Halil… Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler…"

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa’ya çıkmış."


"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim
bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar
diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil
İsmet Paşa var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"


"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor. Florya Köşkü’ne
iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini
dökseydin ona… Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan
hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni
o kapıya koymazlar ya…Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa’mızı
göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele;
o sağarın sağarı! Heç işitmez beni…"

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi


"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın
önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.
"Sen ne diyorsun bey?" dedi.


"Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü
gerek… Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını
kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa,
sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk’ten yeni
aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına
gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk
köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.


"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez.
Fakat bu, Devlet Baba’ya borçtur. Ödenmesi gerek… Otomobil hareket etti.
Atatürk’ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı
kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne
sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.

"Yahu çocuk, şu
Halil Ağa’nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor,
hala da ‘Devlet Baba’ diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul’da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa’yı bul, onlara da haber ver."

Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker’e döndü:


"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa’ya gideceksin. Ona benim kim
olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. ‘Seni sevdi,
sana öküz alıverecek’ diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al
getir buraya."

O akşam Atatürk’ün sofrasında Başbakan İsmet
İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin
Üstündağ’dan oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk’ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.


Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın
başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu
görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar.
Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra
kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.


Nuri Conker, Halil Ağa’yı Atatürk’ün sağ başına oturttu, kendisi de
yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten
Conker’le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa’yı, bir yanında öküz, bir
yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak
bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde
anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile
birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım
Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak."

0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:57 @asos Nr.: 34 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

Halil Ağa’ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam
benim baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi
bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek.
Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan
soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte
soruyorum:

‘Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk’ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:
"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."


Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk
almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk
sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"


Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa’nın ancak iki metre ötesinden
kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın
yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki…"

"Olmadı bu, Halil Ağa… Bana dediğin gibi, dosdoğru…"

"Böyle demedik mi beyim?.."
"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri’ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."


"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen,
vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri…"

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa… Ama şimdi diplomatlık
sırası değil, doğruyu konuşacağız… Söyle bana, orada dediğin gibi…"

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla ‘Bırak bu sağarı’ diye bir laf kaçırmışım…"

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa’nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün…"

Atatürk Halil Ağa’yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:


Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor, Florya Köşkü’ne
iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini
dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."

Atatürk’ün sesi iyice sertleşti:
"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya…"

"Yalnız sağar değil, ’sağarın sağarı’ değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."


"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk’ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu.
"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal
Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin,
yanılmıyorsam. ‘Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını
kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek’ demiştin." Halil
Ağa’nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu.
Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"’Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri’ demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.


"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa… Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu
anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet… Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip
çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu
baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre’den mi olur, İtalya’dan mı olur,
Fransa’dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe’ye
çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi’ne… Bu
Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler.
Kanun bunlara gelir. Bunlar da ‘hükümet elbette incelemiş, gerekeni
düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok’ derler ve kaldırırlar
parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir,
vergi borcundan Halil Ağa’nın öküzünü çeker, satar… Halil Ağa da
tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye
çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda… Sonra
ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça
söyle bakalım şimdi Halil Ağa… Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak
için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana ’sarhoş’ der…"

Halil Ağa’nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir… Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer…"

Atatürk sordu:
"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa’ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."


Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam,
sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi,
eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri
parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk’e döndü:


"Yunan’ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi
bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez
ki… Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem…"

Halil
Ağa Atatürk’ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu
ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk’ün ellerine
sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan
eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının
altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay… Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker’e işaret etti.


Conker kalkıp Halil Ağa’nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce
Atatürk’ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri
çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:


"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle
davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu… Şimdi bu
adam milletin karşısında ‘adam olmak,’ bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk’ten
ayıramıyordu:


"Halil Ağa’nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya
da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa’nın öküzünü
satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız… Böyle bir kanun yaptıksa,
memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer
yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak
lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay
İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı var, Bitlis’i var, kıyı bucak ilçesi
var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 15:59 @asos Nr.: 35 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
Türkiye'de Yahudi karşıtı eylemler olduğu bir sıralarda Atatürk
Çanakkale'ye gelir. Kalabalığın arasından bir Yahudi sıyrılarak: "Paşam,
bizi kovuyorlar, biz ne yapacağız?" der. Bunun üzerine Atatürk
Yahudi'ye sorar:
- "Sizi kim kovuyor? Polis mi, asker mi, hükümet mi?"
Yahudi şaşırır:
- "Hayır, halk kovuyor!"
Bunun üzerine Atatürk şu üzerinde iyi düşünülmesi gereken sözünü söyler:
- "Halk isterse beni de kovar!"


anlayanlara
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 16:05 @asos Nr.: 36 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

"Atatürk'e kadınlarla ilgili çok yanlış şeyler söylenmiş ve
yazılmıştır. Hatta ve hatta kadınlarla fazla ilgilendiğini kötü imalarla
anlatanlarda, söyleyenlerde, yazanlarda olmuştur.

On iki yıl her
an yanınında yaşayan ben, bu tür söylentileri nefretle kınıyorum; kötü
bir iftiradan ileriye geçemez bu söylentiler. Ama bu dedikodulara
sebepler esasında vardır...
Bazı yerlede bazı geceler birkaç tıynetsiz erkek, kızlarını hatta kardeşlerini, Atatürk'e adeta sunmak için yarış ederlerdi. Bu kişileri Atatürk'ün çok ağır sözlerle yanından defettiğini en iyi bilen kişilerden biriyim.


Hatta bir gece, Ankara Palas'ta bir balodaydık, ismini hatırlayamadığım
-gerçi hatırlasam da belirtmezdim ya- bir kişi yanında yeni evlendiği
çok güzel karısıyla birlikte oradaydı.
Atatürk'e, karısıyla beraber
yaklaşmak isteyen bir hava içerisindeydi. Karısıyla dans ederken
Atatürk'ün önünden sık sık geçiyor ve karısıyla birlikte Atatürk'ün
dikkatini çekmek istiyordu.
Hep belirttiğim gibi, bu tür
yalakalardan nefret eden Atatürk'ten hiçbir ilgi ve alaka göremeyen bu
çift huzursuz olmuştu, ama adam herhalde son bir cesaretle karısıyla
Atatürk'ün yanına geldi ve, "Paşam müsade ederseniz karım elinizi
öpebilir mi?" dedi. Atatürk pek istekli olmamasını ifade eden bir
tavırla elini uzattı ve öptürdü. Adam terbiyesizliğini cüretle devam
ettirerek "Güzel değil mi, Paşam?" deyince Atatürk masada oturan bir
arkadaşına bu genç kadını dansa kaldırmasını emretti; sonra da adamı
yanına oturtturdu ve "Sen ne biçim erkeksin, senin hiç mi şerefin yok,
senin yoksa benim şerefim var. Şimdi karını al ve derhal bu baloyu terk
et" dedi.
İşte bu ve benzeri olayları kulaktan kulağa naklederken
işlerine geldiği gibi anlatan münafıklar Atatürk'e hiç yakışmayan
iftiralar atmaktadırlar ve tahmin ediyorum hep atacaklardır. Bunları
yapanları naletle kınıyorum..."



0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 21:20 @asos Nr.: 37 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 21:22 @asos Nr.: 38 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 21:26 @asos Nr.: 39 Antworten
 
yüregimdeki tek ask

ATATÜRK'e dinsiz yakıştırması yapanlara;

Atatürk, 1930
yılında Fevzi Çakmak'la birlikte trenle yurt gezisine
çıkar.Kompartımanında ülke sorunlarını konuşurlarken bir milletvekili
içeri girip, Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyler. Atatürk'ün kaşları
çatılır, Fevzi Paşa'ya dönerek, "Paşam, lütfen beni takip ediniz,
arkadaşlar bir haber getirdi, inceleyelim." der. Hep birlikte diğer
vagona geçtiklerinde yüksek rütbeli bir subayın kanepe üzerinde namaz
kıldığını görürler. Atatürk, mareşale
dönerek şöyle der: "Paşam, bu adamın (gammazcıyı işaret ediyor) biraz
evvel kulağıma gizli bir şeyler söylediğini gördünüz. Bu adam muhafız
kıtasına mensup yüksek rütbeli bir subayın namaz kıldığını gammazladı.
Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor. Durumu size göstermek
için buraya kadar zahmet ettim." Atatürk ilk istasyonda milletvekilini
trenden indirir ve gelecek dönem milletvekili seçilmesini de engeller.



0
 
Beitrag gepostet am 31.05.15, 21:47 @jetmemo Nr.: 40 Antworten
 
yüregimdeki tek ask
aynen gelde anlat
0
 
 
Antworten
Der Inhalt darf max. 30000 Zeichen lang sein!
 
yüregimdeki tek ask